<body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar.g?targetBlogID\x3d22298983\x26blogName\x3dRosygarden\x26publishMode\x3dPUBLISH_MODE_BLOGSPOT\x26navbarType\x3dSILVER\x26layoutType\x3dCLASSIC\x26searchRoot\x3dhttps://rosygarden.blogspot.com/search\x26blogLocale\x3den_US\x26v\x3d2\x26homepageUrl\x3dhttp://rosygarden.blogspot.com/\x26vt\x3d386779555067991278', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe", messageHandlersFilter: gapi.iframes.CROSS_ORIGIN_IFRAMES_FILTER, messageHandlers: { 'blogger-ping': function() {} } }); } }); </script>

Rosygarden

Just a rose trying to survive in a big and cruel garden...
 

The Same Song Again...

Monday, March 27, 2006


This is another version of the same song that I wrote about before. This version is much more moving and sad. I can listen to it for hours over and over. I think I became a kind of addicted to it. I wish I could have you listen to it here while you read the lyrics, in fact just my poor translation of the lyrics. When I first listen to it, I cried. It is said that the singer of this song lost her beloved in a car accident and after his death, she sang this song for him :(

Anyway here it is:



Ceza mi bu?
Is this a punishment?

Çektigim çile mi?
or a trial for me?

Yillardir tuttugum nöbet bitmeyecek mi?
How long will I have to wait you?

Bir küçük kartanesi gibiyim avucunda eriyen.. Dön bebegim..
I am just a little snowflake melting in your palm... Come back...

Gözyaşlarini görürsem erir kanatlarim..
If I see your tears, my wings melt away..

Uçamam rüyalarinda yanina...
Then I can't fly to you in your dreams...

Sonsuzluk senle başladı o küçük dünyamda..
Eternity began with you in my small world..

Unutma gittiginde yarim kaldim..
Don't forget I was left half when you were gone...

Çöllerdeyim yaniyorum..
I am in the deserts, burning...

Kutuptayım üşüyorum..
I am in the poles, freezing...

Ceza benim çekiyorum.. Ne olur dön..
I know it is my punishment and I deserve it but please come back...

Uzaniyorum tutamiyorum..
I reach out but can't hold..

Özlüyorum ağlıyorum...
I miss you and I am crying...

Yasak misin anlamiyorum... Ne olur dön...
Are you forbidden to me, I don't understand... Please come back...

Sevmesen de beni... Özledim sesini...
Even if you don't love me...I miss your voice...

Git desem de yine gitmesen..
Even if I say go, you wouldn't go...

Yillardir çektigim bu hasret mi çile mi?
What I have been going through for years, is it longing or suffering?

Haram misin bana bir bilsem...
I wish I could know, are you forbidden to me?

Bebegim benim...
My baby, mine...

Hayalet sevgilim...
My ghost lover...

Bebegim benim...
My baby, mine...

Hayalet sevgilim...
My ghost lover...

Kördüğüm...

Sunday, March 26, 2006

Kördüğüm oldum. Girdim birbirine. Arap saçından beter oldum. Artık düşünemiyorum, göremiyorum, duyamıyorum, algılayamıyorum.... Sadece hissediyorum sanki. Sadece duygularım kaldı... Korkularım, endişelerim, dertlerim, acılarım, hüzünlerim, kinlerim, öfkem...Sanki beynim durdu ama kalbim atmaya devam ediyor. Duygularım beni ordan oraya sürüklüyor sanki.



Artık nefes alamıyorum. Ne evde ne de işte huzur bulamıyorum. Ben huzura kavuşmaya çalıştıkça her şey daha da kötüye gidiyor. Lanetli gölgeler diyarına sürüldüm sanki... Koşuyorum koşuyorum ama sonu gelmiyor, karanlık bitmiyor... Yoruldum artık, hatta bittim, tükendim. Pes ediyorum daha doğrusu pes etmek istiyorum ama izin verilmiyor. Haykırmak, bağırmak istiyorum. "Ben güçlü değilim, ben sizin bildiğiniz, sandığınız o güçlü kişi değilim, bunları kaldıramıyorum ve artık pes ediyorum" diye...

Aynı rüyalarımdaki gibi tüm gücümle bağırıyorum, bağırıyorum ama sesim çıkmıyor. Aynı rüyalarımdaki gibi sanki bedenimin içinde ruhum debelenip duruyor ama bedenime hükmedemiyor. Ağzım açılmıyor bir türlü, sesim çıkmıyor...

Kaçmak, uzaklara gitmek, kaybolmak, yalnız kalmak istiyorum... Ama nasıl kaçıcam, nereye kaçıcam?Kendimden nasıl kurtulucam? Ben benden nasıl kurtulucam? Beni boğan kendi ellerimden kurtulup nasıl nefes alıcam?

Kördüğümler nasıl çözülür?

Nasıl? Nasıl? Nasıl?

(Ben boşuna kıskanmıyorum ağaçları, kuşları, semadaki ayı... Onlar hep huzur içindeler... Kördüğüm olmadan, karışmadan, omuzlarındaki yükün altında ezilmeden, insan olmanın, karar vermenin ızdırabı olmadan...)


A song...

Sunday, March 12, 2006


Sometimes you have a lot to say but you don't know how to...
Sometimes you want to say a lot but no words seem to be enough and correct...
And sometimes a song can tell more than you can...



Yağmur yağsın üstüme
Yağsın gelsin peşimden
Yaşlanmış gözler görmez, sevilmez
Sen kalbimde bir yerde

Let the rain fall on me
Let it follow me
Wet eyes can't see and aren't loved
You are somewhere in my heart

Hayal et içinden geçir beni hayal et
Gözünü yum orada bul hayal et
Hayal et içinden geçir beni hayal et
Gözünü yum orada bul beni

Dream and get me through yourself, dream

Close your eyes and find there, just dream
Dream and get me throguh yourself, dream
Close your eyes and find me there



P.S. I am absolutely not a good translator. The original Turkish version is certainly better than my translation.

Su-i Zan, Güvensizlik vs.

Friday, March 10, 2006

Su-i zan etmek ne kadar kolay geliyor. Eğer karşımızdaki kişi kafamızdaki şablona, beklentilerimize göre davranmadıysa hemen hazır etiketlerimizden birini üzerine yapıştırıp damgalıyoruz adeta o kişiyi. Hiç karşımızdakinin davranışının altında neler olabilir diye düşünme zahmetine bile girmiyoruz. Bazen öle kaptırıyoruz ki gerçeklerden uzaklaşmaya kendi kurgularımıza, kendi senaryolarımıza inanmaya başlıyoruz; gerçekleri bile kabul edemiyoruz. İnanamıyoruz bile.

Hiç aklımızın ucundan geçmiyor, niye bunu böle yaptı, niye bunu söledi, niye bunu yapmadı? Hiç aklımıza gelmiyor ki farklı olasılıklar, ihtimaller. Bu su-i zan etmek midir yoksa kötümserlik midir yoksa güvensizlik sorunu mudur ya da belki paranoyaklık mıdır bilmiyorum ama beyinlerimiz de algılayışımız da dünyayı, insanları yorumlayışımız da tembelleşiyor sanki. Zihnimizde bir şekilde oluşmuş ya da oluşturduğumuz kalıplara her şeyi oturtmaya çalışıyoruz. Bilincimiz devreye girmeden sanki zihnimiz otomatik olarak her şeyi bu kalıplara göre algılamaya çalışıyor. Dünyaya kendi gözlüklerimizle bakarken bazı şeyleri gözlüklerimiz yüzünden göremediğimizin ya da yanlış gördüğümüzün bile farkında değiliz. Gözlüklerimize öyle güveniyoruz ki...

Bir arkadaş bu hikayeyi maille yollamış. Sanırım tam da bu meseleyi anlatıyor. Biz ne Hacı Bektaş Veli ne de Mevlana olabiliriz, ancak onların hallerinden ders alabiliriz:


"Bir adamcagiz kötü yoldan para kazanip bununla kendisine bir inek alir.Neden sonra, yaptiklarindan pisman olur ve hiç olmazsa iyi birsey yapmis olmak için bunu Haci Bektas Veli'nin dergahina kurban olarak bagislamak ister. (O zamanlar dergahlar ayni zamanda aşevi islevi görüyordu.)

Durumu Haci Bektas Veli'ye anlatir ve Haci Bektas Veli helal degildir diye bu kurbani geri çevirir. Bunun üzerine adam mevlevi dergahina gider ve ayni durumu Mevlana'ya anlatir, Mevlana ise bu hediyeyi kabul eder. Adam ayni seyi Haci bektas Veli'ye de anlattigini ama onun bunu kabul etmemis oldugunu söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini sorar. Mevlana şöyle der:

- Biz bir karga isek Haci Bektas Veli bir sahin gibidir. Oyle her lese konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.

Adam üsenmez kalkar Haci Bektas dergahi'na gider ve Haci Bektas Veli'ye, Mevlana'nin kurbani kabul ettigini söyleyip bunun sebebini bir de Haci Bektas Veli'ye sorar. Haci Bektas da söyle der:

- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana'nin gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayi o senin hediyeni kabul etmistir."

İnna lillahi inna ileyhi raciun...

Wednesday, March 08, 2006

Ölüm... Hayatın kaçınılmaz gerçeği... Bir kez daha... Biraz önce çok yakın bir büyüğümüzün, anneannem gibi yakın olan bir büyüğümüzün vefatını öğrendim. Gözlerim doluyor, boğazım acıyor yutkunurken. Ama aslında hissetmem gereken şeyi hissedemiyorum. Sanki hissettiklerimi doğru gerekçelerle hissedemiyorum. Sanki hissettiğim bu garip hüzünde bir bencillik var. Sanki onun vefatına değil de ben kendime, kendi halime üzülüyorum. Ölüm karşısındaki acizliğimi iliklerime kadar hissediyorum. Sanki bu acizliğimle ruhum üşüyor, canım acıyor, yüreğim korkuyor. İnsan olmanın yükü altında eziliyorum. Sanki ben bu sorumluluğu, bu yükü kaldıramıyorum. Hatalarım, günahlarım hortlayıp hayalleri üzerime üzerime geliyor sanki. Üstesinden gelemiyorum. Sanki acizliğim gittikçe artıyor, hiçlik hissi kara bulut gibi ruhumu sarıyor kaplıyor. Her kul acizdir ama sanki benim acizliğim bin kat daha fazla gibi...

Ölümden korkmamak mümkün değil çünkü yapmamız gerekenler yapılmadı, yapmamamız gerekenler yapıldı. Bu halimle ölmekten korkmamak mümkün değil. Aslında asıl korku kaçınılmazdan korkmak değil, hesap verememekten korkmak...

Şimdi ne kadar anlamsız geliyor bu haberden sonra her şey? Yarın işe gitmek anlamsız. Les' e başvurmak, başvurumu yetiştirmeye çalışmak, GPA'mi öğrenmek için koşuşturmak anlamsız. Onca hazırlamam gereken evraklar, beni bekleyen işler anlamsız. Bunları yazmam anlamsız. Bu blog anlamsız. Uyumak anlamsız. Uyanmak anlamsız. Düşünmek, dertlenmek, her şey ama her şey anlamsız.

Beyin kanaması geçirmişti, hastaneydi ve eve daha yeni bu pazartesi günü getirmişlerdi ve son bir kez göremeden, helallik veremeden, isteyemeden... Bir kez daha geç kaldım. Nerdedir şimdi? Ne hissediyordur? Ne hissetmiştir o an? Cevaplarını bildiğim sorular ama bu cevaplar bana yetmiyor şu an sanki. Birinin karşıma geçip bir tokat atması mı gerekiyor?

İnsan bu durumda ne hissetmeli, nasıl düşünmeli, ne yapmalı? Yakınınızdan biri, gördüğünüz, dokunduğunuz, konuştuğunuz, duyduğunuz biri vefat edince ne yapmalı? Ama daha da önemlisi nasıl hissetmeli? Duygularımı mı kaybettim? Doğru gerekçelerle doğru duyguları hissedememek...

Geç kalmak... Bir daha hiç ulaşamak, hiç konuşamamak onunla, hiç duyamamak sesini, hiç görememek onu...

Ertelememeli pek çok şeyi. Yakınlarımızla helalleşmek mesela, ne zamandır mail yazmadığımız yurt dışındaki arkadaşlara mail yazmak mesela, bir türlü dilimizin dönmediği, ertelediğimiz tövbeleri etmek, özürleri dilemek mesela, aman sonra kılarım, sonra tutarım dediğimiz namazları oruçları kaza etmek mesela...

Bunları okuyanlardan bir rica bu yakınım ve vefat etmiş tüm yakınlarımız için bir fatiha...
Allah hepsine rahmet eylesin...
 

Powered by Blogger
make money online blogger templates

   





© 2006 Rosygarden | Blogger Templates by Gecko & Fly.
No part of the content or the blog may be reproduced without prior written permission.
Learn how to Make Money Online at GeckoandFly