<body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar.g?targetBlogID\x3d22298983\x26blogName\x3dRosygarden\x26publishMode\x3dPUBLISH_MODE_BLOGSPOT\x26navbarType\x3dSILVER\x26layoutType\x3dCLASSIC\x26searchRoot\x3dhttps://rosygarden.blogspot.com/search\x26blogLocale\x3den_US\x26v\x3d2\x26homepageUrl\x3dhttp://rosygarden.blogspot.com/\x26vt\x3d386779555067991278', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe" }); } }); </script>

Rosygarden

Just a rose trying to survive in a big and cruel garden...
 

Benmişim...

Tuesday, May 01, 2007



Bugünlerde zihnimde dönüp dolaşan bir şarkı var. Sanki yazan beni tanıyormuş da bu şarkıyı benim için yazmış gibi hissettim ve paylaşmak istedim. İşte sözleri:


İçimde kaleler inşaa ettim kırılmamak adına


Harcına gözyaşı döktüm daha da sağlam olsun diye


Şimdi yarattığım zindanlarda ışıksızım


Kaçtım kendime saklandım her küstüğümde


Vazgeçtim aynalardan vakitsiz uykularda


İnsan kendine rağmen yaşamayı bilmeli bazen


Benmişim kendimden bir korkak yaratmışım


Kendimi korurken en çok ben ürkütmüşüm


Benmişim kendini savunurken en çok hançerleyen


Bir meçhul olmuşum failim ben


Ama beni bana küstüren beni bana kırdıran


Kalpsizin hiç suçu yok mu?


Kim demiş aşıklar hep mutlu olurlar diye


Hesapsız seveceksin, canın ağzına gelse de


Vururken yalnızlık yüzüne


Sen pay edersin gönlünü onlarca hüzüne


Benmişim kendimden bir korkak yaratmışım


Kendimi korurken en çok ben ürkütmüşüm


Benmişim kendini savunurken en çok hançerleyen


Bir meçhul olmuşum failim ben


Ama beni bana küstüren beni bana kırdıran


Kalpsizin hiç suçu yok mu?



Dinlemek için burayı tıklayın : Benmişim

Back Again....

Thursday, February 22, 2007

Sevgili Blogum,

Seni uzun zamandır ihmal ettim. Ne zamandır iki satır yazamadım. Nerdeyse iki ay olacak. İki aydır neler olup bitti, neler gecti... Sanki hiç biri yasanmadı. Günlük hayatın koşturmacasına öylesine kapılmışım ki neyi yaşadığımın bile farkında değilim. Önüme ne gelirse yaşıyorum, hissediyorum ve tüketiyorum. Sorgulamaya, düşünmeye, dinlenmeye, dinlemeye ve dinlenilmeye vakit bulamıyorum. Sanki hiç durmaksızın ve önüme ne çıkarsa çıksın koşmak zorundaymışım gibi... Nefes nefese kalsam da, önüme kocaman engeller çıksa da duramazmışım, durmamalıymışım gibi koşuyorum. Ayaklarım ve bedenim koşmaya devam ediyor ama ruhum çok gerilerde kaldı sanırım. Yaşadıklarımı yaşıyorum ama neden ve nasıl yaşıyorum anlayamıyorum. Yaşam öyle hızlı akıp gidiyor ki ne yaşadığımı hatırlayamıyorum. En son aklımda kalanlar da hiç hatırlamak istemediğim ve yaşamaktan pişman olduğum anlar... Her şeyi unutuyorum ama nedense ilk başta unutmam gerekenleri zihnimden silemiyorum. Ebru Gündeş 'in şarkısını mırıldanıp duruyorum:

"Bir daha bu yolları aynı hevesle yürür müyüm?
Kim bilir ne bekliyor? Kalır mıyım ölür müyüm?
Ne malum dünya gözüyle bir daha görür müyüm?"

Tekrar umutlanmak, tekrar önemli olmak, tekrar hayal kurmak istiyorum ama içimdeki ses buna hakkın yok diyor... İçimdeki ses sadece git diyor... Sadece git... Olabildiğince uzaklara, herkesten ve herşeyden uzağa git diyor... Ama gidecek gücü kendimde bulamıyorum. Kalınca da sabredemiyorum. Bu dünyanın yükü altında ezilip kalıyorum. Azrail (a.s.) 'ın emanetini almasını bekliyorum o kadar...

Gidenler...

Monday, January 08, 2007

Gidenler ve geçenler... Hayatımızdan her geçip giden bizden bir parça mı götürür hani yeri hep boş kalan ve canımızı acıtan bir parça? Neden hep gidenler başkası oluyor? Artık ben de gitmek istiyorum buralardan. Uzaklara, çok uzaklara... Gidenlerin ardında kalan hancı olmaktan onların arkasından el sallamaktan, yas tutmaktan, hatta ağlamaktan bıktım. Düşünüyorum da ben kimsenin hayatında gelip geçenlerden olmadım. Hep benim hayatıma girenler ve girdiği gibi çıkıp gidenler oldu. Kendi yoluna devam eder gidenler. Arkada kalır kalan. Öylece bakakalır, bazen "Güle güle" diyecek, ağzını açıcak dermanı bile olmaz kalanın. Giden şanslıdır, önünde onu bekleyen yolu vardır ama ya kalan? Ya yine kendiyle başbaşa kalan? O ne yapacaktır? Onun kendinden başka nesi, kimi vardır ki?

En yakın arkadaşlarımdan biri yakın zamanda evleniyor. Beni, kankasını bırakıp evleniyor :( Şu ana kadar aslında evlenen bir sürü arkadaşım oldu hatta çocukluk arkadaşım can dostum bile kaç sene evvel evlendi. Hatırlıyorum da onun düğününde en son çıkanlardan olmuştum, ayrılırken ne kadar çok ağlamıştım bir dah hiç bir şeyin aynı olmayacağını ve can dostumu kaybettiğimi düşünerek. Şu an hala görüşüyoruz, onu tamamiyle kaybetmedim, bana hala az da olsa zaman ayırıyor ama eski günlerimiz gibi değil. Artık bünyemin, ruhumun buna bağışıklık kazanmış olması gerekirdi ama öyle değil işte. Başka bir yakın arkadaşım evleniyor ve ben onu kaybetmekle yüz yüzeyim yine. Bu bencillik aslında hatta belki de kıskançlık mı? Hatta suçluluk? Hep arkada kalan, bırakılan olmanın getirdiği bende bir hata olmalı, bir şeyleri yanlış yapıyor olmalıyımın getirdiği suçluluk mu? Bilmiyorum. Üzerime sinen çıkmayan sigara kokusu gibi suçluluk bir türlü gitmiyor, her taşın altından o çıkıyor.

Ben şimdi napıcam demekten, o evlenecek peki ben nolucam demekten kendimi alamıyorum. Beni bekleyen yalnızlık mı korkutuyor? Hani yaramazlık yapan karanlıktan korkan çocuğu zorla karanlık bir odaya kapattıklarında nasıl ağlar çığlık çığlığa, korkar iliklerine kadar ya ben de sanki öleyim şuan. O kadar çok şey kafamın içinde, o kadar çok duygu ruhumda uçuşup duruyor ki ... Her şey darmadağınık... Benim ise tek yaptığım uyumak... Bu da bir çeşit savunma mekanizması sanırım. Yemek yiyorum uyuyorum, kalkıyorum bikaç saat zor dayanıyorum sonra tekrar uyuyorum. Her şeyden uzaklaşmanın, kaçmanın bir yolu da bu belki. Belki yollara düşüp uzaklara gidemiyorum ama hayatın canımı yakmasını böyle engellemeye çalışıyorum sanırım...

Benim uyku vaktim de gelmiş :) Hadi iyi geceler...

Bayram...

Sunday, December 31, 2006

Herkesin Kurban Bayramını burdan tebrik ediyorum...

İyi Bayramlar...

99 Esma 99 Dua...

Monday, December 11, 2006

Senai Demirci'nin "99 Esma 99 Dua" adlı kitabını okumaya başladım. Genelde kitap okurken bir bağlam içinde olması kitabı daha kolay hatırlamama yardımcı oluyor. Örneğin hikaye kitaplarını buyüzden okusam da hikayelerini hatırlayamıyorum. Ya da ne bilim fıkra anlatamıyorum. Şiir ezberleyemiyorum. Bişileri hafızama tutabilmek için bir mantık çizgisine ya da bir olay sırasına oturtmam gerekiyor. Neyse işte bu kitap da sürekli baş ucunuzda tutup okumanız gereken bir kitap en azından benim için öle. Çünkü duaları ezberleyemiyorum. Dualar çok güzel ama ben hatırlayamıyorum :( Benim de aklıma blogumda duaların en hoşuma giden bölümlerini paylaşmak geldi belki böylelikle ezberlemeyi de beceririm. Hem benim Ladybird'den ne eksiğim var ama dimi :) Her cuma ne güzel faydalı sözler, dualar, hadisler, ayetler yazıyor. İngilizce olunca nedense beni daha çok etkiliyor:) Tuhaf ama öle işte :) Ben de Ladybird'ü örnek aldım, bu güzel dualardan bazılarını arada sırada burda yazıcam inşallah vesselam...

Not: Ladybird şaka yaptım sakın bana kızmayasın. Hakkını helal et nolur...

İşte ilk alıntım. Duanın hepsi uzun olur diye en çok hoşuma giden, en çarpıcı yerlerini alıntılıyorum:

Melik
...
Ellerim elimde değil.
Ellerimi elinde tutan Sensin.
Varlığım bana ait değil.
Varım yoğum Senin.
...
Sahibim Sensin.
Ben bana yetmiyorum.
Gün be gün eriyorum.
Mülküne dahil eyle beni.

New Template...



What do you think of this new template? :)

a) Perfect.
b) I am not sure. It seems OK.
c) Disgusting bööööö.
d) I have no idea.

Çınaraltı Sohbetleri...

Sunday, December 03, 2006

Suçluluk... Üstesinden gelemediğimiz, bastıramadığımız, yok edemediğimiz duygularımızdan biri... Hem de en zalim olanlarından... İnsanın kendi kendini affedememesine neden olan duygu... Gerçi her kendini suçlu hisseden kendini affedemeyecek, bunu büyütüp kabus haline getirecek diye bir şey yok ama yine de bendeki ilk çağrışımı bu oldu.

Aslında "suçluluk hissiyatı" bir açıdan baktığımızda bir nimet, Rabbimizin bir ihsanı... Bizi tövbeye, tövbe etmeye sevkeden duygu... Bu duygu olmasaydı günahlarımızdan sonra nasıl tövbe ederdik? Nasıl yanlışlarımızı farkedip bunlardan dönerdik? Asıl sorun belki de "suçluluk" hissiyatının getirdikleri, ruhumuzda estirdiği fırtınalar... Bu duyguyla baş etmeyi öğrenememek... Tövbe etmek, özür dilemek yerine kendinle dövüşüp durmak... Ama insan kendi kendinden nasıl özür diler ki sorusu ortaya çıkıyor burda. İnsanın kendinden özür dilemesi başka birinden özür dilemesinden bin kat daha zor. İnsan kendinden nasıl özür diler? Daha da zoru kendini nasıl affeder? Kendini affedecekse neden kendini suçlu hisseder? Neden kendimizi affetmek, hatalı olduğumuzu kabullenmek bu kadar zor?

Aslında kendimizi affetmek kendi yanlışımızı, günahımızı kabullenmek, acziyetimizi kabul etmek demek... Bu yüzden bu kadar zor belki de... Benliklerimize zor gelen bu: acziyetimizi kabul etmek. Tabi öte yandan zihnimizdeki "ideal ben"imizle de ilgili bir durum. "İdeal Rosy bu hatayı yapamaz, nasıl olur da böyle aptalca bir şeyi yapabilir ki?" Bunu söylerken kendimi suçlu mu hissediyorum yoksa kendime hakaret mi ediyorum? Yoksa ben bu hatayı yapabilecek kadar aptal değilim, olamam diyerek kibre mi kapılıyorum? Hem de öle bir kibir ki insan olmanın sınırlarını aşabileceğini düşünecek kadar, insan olmanın temelinde hata yapmanın olduğunu unutturacak kadar büyük bir kibir...

Peki insan iliklerine, beynindeki her bir kıvrımına kadar işlemiş, ruhunun her yanını sarmış bu kibirden nasıl kurtulur? Bu kibirden kurtulursa belki kendini de affedebilir ve kabus gibi, karabulut gibi üstüne gelen, onu boğan suçluluk duygusundan da kurtulur.

Ama öyle zor bir iş ki bu... Yaşanan anların zihindeki silik bile olsa bıraktığı izler, ruhunda bıraktığı yaralardan sonra bunu yapmak öyle zor bir iş ki... İnsan zihnini, beynini durduramıyor ki... Sonu gelmek bilmeyen düşünceler, senaryolar, kurgular hatta keşkeler bitmek bilmiyor ki... Gözlerinizi kapattığınızda gördüğünüz görüntüler, rüyalarınız, kendinizle baş başa kaldığınız en ufak anda kendinizi yine aynı hatayı düşünürken bulmalarınız.... Zor çok zor...

The Void in Our Hearts...

Thursday, November 23, 2006

Bazen nedense bir şeyi İngilizce'sini okumak beni daha çok etkiliyor. İnsanın ikinci diline yüklediği anlam ya da belki bu ikinci dilin bilinç altındaki çağrışımları yüzünden. Ya da belki de ana dilimle İngilizce arasındaki temel cümle kurma mantığının farklı olmasından. Ya da sadece İngilizce'yi hep bilimsel ve eğitimle ilgili ortamlarda kullanmış olmanın getirdiği bir alışkanlıktan. Nedeni her neyse aşağıdaki sözü Ladybird'ün blogunda okuyunca aynı şey oldu, bu sözden çok etkilendim.

Herkesin bu dünyada peşinden koşup durduğu şey aslında mutluluk denen şey değil de içindeki bu boşluğu doldurma çabası, çırpınışları... Kimimiz kariyer peşinde koşarak, kimimiz ilimle, kimimiz evlenip çoluk çocuğa karışıp bir aile kurarak, kimimiz kafayı çekip kendini ordan oraya savurarak, kimimiz deli gibi alış veriş yaparak, kimimiz de aşkın peşinden koşarak... Hepimiz farklı yöntemlerle farklı yollarla içimizdeki, ruhumuzdaki, kalbimizdeki boşluğu doldurmaya çalışıyoruz işte... Ama dolmuyor... Hiç kimse ve hiç bir şey bu boşluğu doldurmuyor... Belki bazen kendimizi uyuşturuyoruz, kendi kendimizi saniyelik zevklerle kandırıyoruz ama nafile... O boşluk hiç geçmiyor, hiç dolmuyor işte...

Ama işte bu dertten muzdariplere... Dertlerinin dermanı burda, bu sözde gizli...


"Truly in the heart there is a void that cannot be removed other than the company of Allah. And in it there is a sadness that cannot be removed except with the happiness of knowing Allah and being true to Him. And in it there is an emptiness that can not be filled except with love for Him and by turning to Him and always remembering Him. And if a person were given all of the world and what is in it, it would not fill this emptiness."
-Ibn Qayyim al Jawziyya



Ibn Kayyum soyle diyor;

"Hakikattir ki insan kalbinde Allahin yardimi olmadan kaldirilamayacak bir bosluk vardir.. Ve kalbin icerisinde oyle bir uzuntu vardir ki ancak Allah'i tanimanin verdigi mutluluk ve ona dogru olmakla kaldirilabilir. Ve icinde bir bosluk vardir ki ancak Alah’in sevgisi ile, O’na donerek, her zaman hatirlayarak doldurulabilir.. Eger insana butun dunya ve icindekiler bahsedilse yine de bu bosluk doldurulamaz.."

P.S. İnşallah bu postum da diğerinin akıbetine uğramaz :)
 

Powered by Blogger
make money online blogger templates

   





© 2006 Rosygarden | Blogger Templates by Gecko & Fly.
No part of the content or the blog may be reproduced without prior written permission.
Learn how to Make Money Online at GeckoandFly